Bu Blogda Ara

21 Aralık 2014 Pazar

Rüzgarın Yırtık Yeri

Saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı,
Sen kimin yetimisin,
Kimi bekliyorsun durduğun yerde?
Sağır bir günün sonunda dilsiz bir gece
Sarıp sarmalıyor seni,
Gökyüzü gıcırtıyla kapanıyor üstüne.
Bak ömrün yarılandı,
Karanlığı kullanmayı öğrenmelisin.
Yazısı akmış ıslak bir sayfa elinde,
Yara bere içinde morarıyor şiirlerin.

Artık tutunacak kimsen kalmadı,
Nasıl biliyorsan öyle düğümle zamanı.
Bütün ölümleri gör,
Birini evlat edin kendine.
Oysa sen, boş bir kabın taş darası.
Yine de denkleştirip gidiyorsun hayatı.
Tuzağa yem, hançere bağ oluyorsun.
Zehire katıyorlar seni, şair ne duruyorsun
Gemilere bin, trenlere atla.
Kimsenin umursamadığı, hiçbir işe yaramayan
Kaldır şu gereksiz tanıklığı ortadan.

Ne kadar tıkasan kulaklarını,
Duymamaya çalışsan
Göğsünde bir titreşimdir konuşmaları.
Görmesen seslerden anlıyorsun.
Kazdıkları çukuru, ördükleri duvarı.
Çakılısın buzdan çivilerle
Boynu bükük bir haçın üstünde.
Yerde buluyorsun kendini her sabah,
Yeniden gerilmek üzere,
Saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı
Daha ne bekliyorsun durduğun yerde?

Katmerli yalanı gördün, yalınkat gerçeği,
Bilicinin ürpererek söylediği
Sevgi gereksinimlerini gördün kimilerinin,
Tırnaklarını denemek için
Yılanın deri değiştirmesini,
Gülüşün kurdunu, sineğini gözün;
Yüreğinde bir ağaç gürültüyle devrilirken,
Aksayarak yürüyen umudun arkasından
Gülün kanayan hüznünü gördün.

İşte tanıksın ölümün pazarlık ettiğine
Toptan ve perakende,
Pantolon ütüsünün keskinliğine,
Bozulup bütünlenmesine paranın,
Mevsimsiz bir çocuğun kekre yüzüne,
Yabancı işçiliğine martının
Deniz olmayan bir uzak ülkede,
Daha binlerce, binlerce şeye.
Yaz bunları ve imzala sana yetecekse.

Bana delik deşik bir yürekle
Pası küflü, çürümeyi söyle.
Yangın yerlerinin katran gözyaşlarını,
Bana göçüğün kırık kemiklerini,
Sancısını suyun, rüzgarın yırtık yerini
Ve bunlardan payına düşeni söyle.
Ne kadarı kaldı babandan,
Sen ne ekledin üstüne,
Acının sana getirdiği ürem ne?
Şair bana mutluluktan söz etme,
Beyaz baston kullanan bir dille.

İşte tanıksın daha nelere?
Testi gömüyorlar göğsüne eskisin diye,
Keçe gibi kimi zaman, parlatmak için
Bakır kaplara sürüyorlar seni
Şair hiçbir tansık bekleme,
Dolaş yıkıntılar, çöplükler içinde,
Sen ey gülünç ve deli mesih;
Ölmeyi bilmediğine göre,
Saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı
Pelteleşmiş yapışkan haçını
Islık çalarak sokaklarda sürükle.
.
Metin Altıok

Biz kaybettik, aşk da kazanmadı

biz kaybettik, aşk da kazanmadı hiçbir şey
çünkü sen aşksın ey aşk, nazlı bir çocuksun!
kırıyorsun göğün biricik kapısını,
söylemediğimiz tüm sözleri! çekip gidiyorsun
nice gülleri göremedik bugün. zincirlenmiş yüreğin sıkıntılarını
yıkıp geçemedi nice caddeler!
yaşları bizi gafil avlayan nice kızlar
yürüyorlar göremediğimiz bir yöne… kişnemeye!
uyurken nice marşlar nazil oldu içimizi
süzülüp indi ince hilaller
dinlensin diye yastıkta. nice öpücükler çaldı kapımızı
evimizden uzaktayken bizler
kayalıklarda ekmeğimizi ararken, çalışırken
kayboldu uykumuzdan nice düşler!
nice kuşlar kanat çırptı camlarımızda
ertelenmiş bir günde, oynaşırken prangalarımızla
kaybettik durmadan, aşk da kazanmadı hiçbir şey
çünkü sen nazlı bir çocuksun ey aşk!

Mahmud Derviş

20 Aralık 2014 Cumartesi

"Hz. Ali’nin gözlerindeki hüznü saklayan bir kahraman"


Kahramanları İğdiş Edilmiş Bir Halk

Yırtılan Kağıt Gibi On Yıl

Şimdi anlıyorum insanlar
Neden ölümsüz olmak ister
Çünkü yetmez yaþanacaklar
Çünkü bitmez özlenecekler

Bindokuzyüzseksenyedide
Ölümsüzlük akla gelmezdi
Bindokuzyüzseksenyedide
Çünkü ölüm düşünülmezdi

Bindokuzyüzseksenyedide
Gelecek yoktu aklımızda
Þimdi gelecek geçmiþ oldu
Geçmiş gelmeyecek olsa da

Bindokuzyüzseksenyedide
Gökyüzü daha mı genişti
Daha çok insan ısınırdı
Güneşler açtığında sanki

Bindokuzyüzseksenyedide
Dünya bitmez görünüyordu
Çay tabağında şeker gibi
On yıl geçmez görünüyordu

Bindokuzyüzseksenyedide
Her şeyi biliyor gibiydim
Yırtılan kağıt gibi on yıl
Gürültüyle geçti bilmedim

Bindokuzyüzseksenyedide
Ölümsüzlük akla gelmezdi
Bindokuzyüzseksenyedide
Çünkü ölüm düşünülmezdi

Şimdi anlıyorum insanlar
Neden ölümsüz olmak ister
Çünkü yetmez yaþanacaklar
Çünkü bitmez özlenecekler

İbrahim Kiras

14 Aralık 2014 Pazar

YERYÜZÜ AYETLERİ

O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti

Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul etmez oldu artık.

Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar

Kimse aşkı düşünmez oldu.
Kimse düşünmez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünmez oldu artık.

Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan,
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.

Kötü günler geldi ve karanlık
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
İnsanın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz 
oldular
Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler

Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerin orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi

Bataklıkları alkolün
Ağulu buharlarıyla buruk
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirdi aç gözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.

Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
İri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyordu çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.

Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü
 gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.

Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Ta içinden dağıtıyordu birden.
İnsanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.

Boğulmuş kendi korkularında
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.

Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalardı içlerine
Şehvetle titreyen bir düşünceden
Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.

Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük canileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına.
Ola ki gene de arkasına
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
Yarı canlı bir küçük şey karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
İnanmayı su sesinin doğruluğuna

Ola ki...
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk...
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
 güvercinin
İnanç olduğunu...

Ah tutsağın sesi...
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi...

Furuğ FERRUHZAD

9 Aralık 2014 Salı

Bir Katile


Eğer ölenin yüzüne bakabilseydin 

gaz odasında ki anneni hatırlardın 

Ve düşünebilseydin 

Silahın hikmetinden kurtulurdun 

Ve fikir değiştirirdin 

bu şekilde kaybettiğin kimliğine kavuşamassın ! 

(Başka bir katile) 
Eğer cenine 30 gün daha bırakabilseydin 

Olasılıklar farklı olurdu 

İşgal bittiğinde, 

yeni doğan , 

kuşatma günlerini unuturdu 

Sağlıklı bir şekilde büyür, bir delikanlı olurdu 

Kızlarından biriyle kadim Asya tarihini öğrenirdi 

Birbirilerini sevebilirlerdi, 

Bir kız dünyaya getirirlerdi 
(Doğuştan yahudi olurdu) 

Peki sen ne yaptın ? 

Kızın bu gün dul 

Torunun yetim 

Firari ailene ne yaptın ? 

Tek kurşunla üç güvercini nasıl vurabildin ? 



Babalara ve oğullara başsağlığı... Kerrema'llâhü veche şehid 

Kısa bir süre sonra, bu yeni doğum için tebrik ederiz 

Kuşatma , düşmanın cahiliye devri şiirimizi öğrenene kadar sürecektir 

Kuşatma, işgale uğrayan gibi işgalcinin de can sıkıntısının bir beşeri özellik olduğunu öğrenene kadar sürecektir 

Her yeni güne başladığımda şehid beni kuşatıyor 

Ve beni sorguluyor: Nerdeydin ? 

Bana verdiğin bütün kelimeleri sözlüğe iade et 

Ve uyuyanları yankının uğultusundan kurtar 

Şehit bana : "özgürlüğümün dışında hiçbir güzelliğin olmadığını" öğretiyor 

Şehid beni uyarıyor: 

Onların cambazlıklarına inanma 

Fotoğrafıma bakan gözü yaşlı babama inan: 

Görevlerimizi nasıl değiştirdin, nasıl önüme geçtin ? 

Önce ben, ilkin ben ! 

Şehid beni kuşatıyor 

Acılarımı hafifletmek için 

Yalnızca yerimi ve aşınmış mobilyaların yerini değiştirdim 

Yatağımın üzerine bir ceylan ve parmağımın üzerine bir hilal koydum 

Şehid beni kuşatıyor 

Canazeme yalnızca beni tanıyorsan gel 

Övülmek için kimseye ihtiyacım yok ! 

(...) 

Şehide 

Şehidenin kızı, şehidin kızı 

Şehidin kız kardeşi, şehidenin kız kardeşi 

şehid annesi 

Şehidin dedesinin torunu 

Şehidin dayısının komşusu 

Vs.... vs.... 

Uygar alemde her hangi bir değişiklik yok 

Vahşet dönemi geride kaldı 

Ölenin ismi meçhul, bayağı 

Mağdur hakikat gibi... nisbî 

Vs... vs... 

Çılgınlıkla seni işgal edeni kuşat 

Çılgınlıkla ve çılgınlıkla 

Sevdiklerin çoktan gitti 

O zaman ol yoksa hiçbir zaman olamayacaksın ! 

MAHMUD DERVİŞ 

Çeviren : Sinan Özdemir

8 Aralık 2014 Pazartesi

Cilve

Kaş üstünde yolum kesik, kaş hançer
Ölü karanlıklar uyandı..
Cilve tuzağına düştüm seher seher
Yanaklar cennete boyandı..
İliklerime girdi zehir gözler,
Zifir gözler,
Kafir gözler...

Dışı tenha insanın içi mahşer
Işığım kara kara yandı..
Bie ince işmar can damarıma neşter
Kirpik geldi ruha dayandı
Ecelime susattı iksir gözler,
Zifir gözler,
Kafir gözler...

Ömer Lütfi Mete

bitmeyecek günler üzerine


Gözlerim nemlenmedi desem eksik olur. Gözleri öpülesi dergimiz; Eskici bitti.

5 Aralık 2014 Cuma

Yağmur Sıkıntısı

Söyle, ne der orağa boynunu sunan başak
azrail bir serçeyi neresinden öpecek
belalı bilmecem, buluta binen bulut
âh bu yağmur sıkıntısı ne vakit dinecek...

Yusuf Özkan Özburun
İtibar, 39.

4 Aralık 2014 Perşembe

Mutsuza Kim bakacak?

Buradan dinlemeniz tavsiyesiyle

iki sigaram kaldı bu gece için maviş anne
iki muhabbet kuşum.
iki kendim varmış maviş anne
biri benmişim, biri mutsuz
ben ölürsem maviş anne, mutsuza kim bakacak?
dünyaya bile bir dünya anne lazım.
biri sen ol maviş anne, biri ben.
dünyanın bütün sabahlarına iki bilet al da
birlikte gidelim maviş anne
bana da kendi serüvenimden bir yer ayırt,
şefkate söyle o da gelsin.
özledim onu, o da gelsin saçlarıma dokunsun
bilir misin, büyüler bile ninniyle büyür
temiz kokan pazen gecelikler, şehriye çorbası...
hepsi, hepsi ninniyle büyür.
bilir misin maviş anne?
ben çekildiğim her fotoğrafta
defolu bir kelebek gibi çıkarım.

mavi kareli gömleğiyle hatırladıkça babamı
kırpıp kırpıp fotoğrafları, döküyorum başımdan aşağı
sanırım ben assolist oldum maviş anne
şimdi mutluyum
geçmişini mi yok ettin kızım diye soran
bir babadan kurtuluşumu kutluyorum
babama söyle, o gelmesin maviş anne
birileri mutsuzsa, mutsuzlara nergis yolla,
bir kırmızı battaniye,
onlara bir mutluluk çadırı yolla
sonra belki, ben de gelirim

kuşlarımı da bırakayım gitsinler
dışarıda ölürler mi sence
postacı mektup bile getirmezse onlardan
ben bir anne gibi ağlarım sonra
bırakmayayım, gitmesinler bari maviş anne
ölürler yazık dışarıda!
onlar birer yıldız olursa
biri mavi, biri yeşil
ben onlara bakarım maviş anne.

kalbimi de büyüttüm sonunda
artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa
kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara
öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın.
kalbim sanırım büyüyünce
sokaklarda ağlayan biri olacak
rezillik yani maviş anne!
kalbim komik kaçacak
kaçmaması için sen en iyisi kalbime de
benim serüvenimden bir yer ayırt
aman, mutsuz bir yer olmasın!

iki sigaram kaldı bu gece için
yüzyıl yetecek çocukluğum,
iki muhabbet kuşum,
biraz da ateşim var.
dua ediyorum ateşe
vazgeçsin diye beni yakmaktan bu gece
dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne
aman umutsuz bir yer olmasın!

iki kendim varmış maviş anne
biri benmişim biri mutsuz
ben ölürsem maviş anne, mutsuz için
dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.

ben ölürsem mutsuza iyi bak!


Didem MADAK

Yakışıklı Parça


Engelsiz Hayatlar


1 Aralık 2014 Pazartesi

Su Çürüdü

1

Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık 
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle 
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta. 
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir 
leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan 
havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıyla yaktım, 
jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum. 

Adımdan gayrısını bilmiyorum. 

2

Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan
kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. 
Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi
yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu 
sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim
sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama 
durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, 
peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, 
soruyorlar, soruyorlar...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

3

Iki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek 
istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi?
Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, 
dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir
duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı
yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu. 
Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

4

Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar
deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki 
bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış. 
Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne
beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının, 
vebalının bir rengi vardır. Irinin bir rengi... Ölünün bile bir 
rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin 
rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

5

Kıllı, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık.
Soyumun neye benzediğini unuttum. "Insana benziyorlardi"
diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun 
halkasında insanlık...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

6

Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek
sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir
yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki 
çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla 
çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu 
damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. Ince bir kan şeridi 
sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah...

Adımdan gayrısını bilmiyorum.

7

Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür
sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı
değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya
dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba 
kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum
dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün
vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir
su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir 
kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi
artık. Küstü, öldürdü kendini su...
Su çürüdü...

Adımdan gayrısını bilmiyorum…


Ahmet Telli

Belya Düz

"Belya Düz" İtibar, Kasım/2014

Yine mi Çiçek - Sezen Aksu & Cihan Okan