Bu Blogda Ara

25 Eylül 2016 Pazar

23 Eylül 2016 Cuma

hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor/ Edip Cansever


ezginin günlüğü- yetişmiyor sana sesim




vurgunum hasretine




neta elkayam-taali


manastırlı hilmi bey’e birinci mektup 

işte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben 
işte şu begonya, işte yalnızlık 
işte su damlacıkları, alnımda, kollarımda 
işte yok oluşumdan doğan kent 
hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız 
ben dediğim koskocaman bir oyuk 
koltuğun üstünde, aynadaki yansıda 
bir oyuk! sofrada, mutfakta, yatağımda 
yaşamayı tersinden kolluyorum sanki 
yetişip öne geçiyorum sık sık. sözgelimi 
bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim 
iyi 
bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu 
salıyı gösteriyor. 


salondaki büyük saati sattım 
saatin ölçebileceği 
herhangi bir zaman parçası yok 
gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim 
bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama 
ne gereği var ki saatin 
balkona çıkıyorum sürekli 
yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece 
bir semtin ilk rengini alıyorum 
örneğin ümraniye'de bir çay bahçesindeyim 
bazan 
anılardan anılara bir yol 

ve 
anılardan anılara sallanan bahçe 
hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor 
iyi. 
yeniköy'de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah 
bu sabah bu sabah 
oralı olmadı kimse -pazartesi miydi- 
oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde 
nasıl? 
güllerse güller içinde yani 
ve balkon demirinde bir martı. dedim ki 
deniz şuralarda bir yerde olmalı 
çıt yok evin içinde 
deniz şuralarda bir yerde olmalı 
çıt yok 
sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı 
ve göklerden tepelere inen bir sokak 
ya da bir akarsuyum ben 
denizse 
şuralarda.. 
yok önemi bir iki gün kaldı -martı- 
balkonda 
deniz de öldü sonra, martı da 
iyi iyi. 
suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi 
günler -seni anımsadığım zaman- 
birden kurtuluş'tan taksim'e giden bir tramvay görüntüsü 
mavi bir elektirik çakımı tellerde 
sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı'ndayız 
karlar gıcırdıyor ayaklarının altında 
besbelli gümüşsuyu'ndayız, rus lokantasındayız 
-ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz- 
şarap içmişiz, üşüyoruz 
dışarda dünya silinmiş 
ikimiz ikimiz ikimiz 
böyle birkaç defa ikimiz 
sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey 
nasılsa 
sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa 
sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben 
üşümüyorum da 
bende herkes var, diyen bir kızın titrek 
sesleri dökülüyor kucağıma 
dudaklarım kan mavisi bugün. 
biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz 
biz burda kırk yaşındayız hepimiz 
dördümüz bir kişiyiz de ondan 
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan 
onu bekliyoruz bir kişi olmak için 
evet evet, yanılmıyorum ben 
bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim 
doğrusu ya 
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor 
duvardaki vitray, begonya 
begonya, vitray 
kurtuluşla asmalımescit birbirine geçiyor 
bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım 
karanfil kokuyorsa biraz 
yeni koparılmış bir demet karanfilim ben 
saçlarını soğuk ve uzun. 
ne diyordum? yağmurlar, evet 
üşümüyorum ürperiyorum sadece 
biçimini zorlayan bir kedi gibi 
dur biraz 
kapı çalındı, hayır, telefon 
telefon kapı telefon 
ikisi birden mi yoksa 
yoksa 
ne telefon ne kapı 
bir şimşek sesi hiç olmazsa 
o da değil 
ses filan duymadım ki ben 
yuvarlandıkça büyüyen 
bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki 
iki sesi taşıyan bir ses 
neden olmasın 
biraz önceki gibi 
üstümden biri kalkmıştı -yok canını- 
öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi 
yer değiştiren gezgin bir gölge 
bahçedeki ceviz ağacından 
içeri sürüklenen. 

Edip Cansever

8 Eylül 2016 Perşembe

soru








Artık beni parktaki ağaç bile anlamıyor

Siyah kedinizin kuyruğunda sallanan zaman
Bir zamanlar sevinçle giyindiğim
Ak bir güvercin kanadı gibi gururla giyindiğim
Temiz ve mavi giysim değil artık.



Yalnız imkansızlığı mı anlatır bir bulut
Yağmaya hazır bekliyorsa gökyüzünde.

Erdem BAYAZIT

1 Eylül 2016 Perşembe

ve o dahi değildir


Yılmaz Erdoğan - Telli Turnam


Ve gördük ki; 
mekan değildir, 
zamandır önemli olan.
Ve lakin o da değildir, 
eylemdir önemli olan.

Ve o dahi değildir kalp olmadıkça...

| Cahit Zarifoğlu