Bu Blogda Ara

25 Aralık 2016 Pazar

gurbet kuşları

Çocuk Anadolu'dan böyle güvercin çıkmamıştır daha
yalnızlığın üstüne böyle şiir kanatlanmamıştır
böyle göz dökülmemiştir gurbet sürmelisine
böyle yağmur da inmemiştir kimsenin gözlerine

İyilik kanatlarının üstüne olsun, gelmişsin
şu uzun taşradan gölgesi bile yorulur bazen
yorgunsun da biraz daha yorulmaya gelmişsin
akşamlar efendidir, birbirine benzer deyip gelmişsin
dalgınlığından mı ne bir an çıkıp gelmişsin
kim kimse demeden bir de çağrılmadan gelmişsin
-ben miydim önce gelen başkası diye bir yanlış adrese
kimi sorduysam kendine başkasını gösterdi
bildim bilmediğimi de, başkası bile değilmişim kendime-
sen de gelecekmişsin kimin yerine ayrıldıysan kendinden
gelecektin elbette ve kime
benzeyecektin biz dururken
dalgın mısın, üzülme, bir yanlışlık olacaktın nasılsa
dalgınlık yalnızlığa benzer sanki çoğala çoğala
ve kara bir şaşkınlık gibi başkasının toprağında
çırpına çırpına-boşuna, mavi başkasının toprağıdır
bizse toprağımız olan göğü yitirmişiz gibi
geldik başkasının mavisine

...
Sen de öyle gelmişsin
geç de sayılmazsın erken de
ikisine de yetişilir nasılsa sonunda
yetişmişsin, hem zaman senin değil burada
hem zamanda bir yerin de olmayacak burada
ister aç ister katla kanatların gibisin
kanatlarından başka bir evin de yok burada
kanatların kadar açık bu göğün altında

Gurbet açık zamanda bir deniz
hadi misafir sayalım kendimizi onun vapurunda
hem eski turnalar gibiyiz hala
kendi kanatlarına misafir
hem saklana saklana yenisi yok sözler gibiyiz
bizden başka misafiri de yok ama
yine de yolcu gibi davranır bu deniz insana
gurbetten bir kuş mu gelmiş şehir uyuyor
senin kanatlarınla uyanacak şehir bu değil
güvercinin denizi geçtiği şiir bu değil

Deniz ökse, vapur avcı görünür
çocuk Anadolu'nun kara donlu güvercinine
senden sonra da bilmem ki çocuk mu Anadolu
son güvercinini yitirmiş de hala demli uykuda
kasabaların horladığı vakitsiz uykularda
uykusu sarışın, şiiri bun bir Turgut Uyar kalmadı
Cemal Süreya da yok ki bir abi arasan burada
sana çok uzun bir öğlesonuydu Turgut Uyar
sıkıntısını mı kıskanırdın: Şu kasaba bir içine baksa
sen kanatlarını toplayıp otursan da coğrafya uçsa
sınıftan! Dul coğrafya gidecek evi mi vardı
Turgut Uyar’ın tozlu şiirinden başka ?

Kederliyim, gölgesinin terk ettiği bir kasaba kadar yorgunum, kanatları
gurbette bir güvercin gibiyim
senin yerineyim, sıkıntını yazmak kaldı bana

Bugün paçalı bir güvercin gördüm
çocuk Anadolu böyle avunamaz bir daha
bilmem ki nesiyim o güvercinin
artık nereye uçsa göğü benim içimdir
nereye konsa o güvercinin yerlisiyim

"San Marko meydanında dost olduğum güvercin"
ilk seninle tanıdıydım Oktay Rifat'ı
o şiiri uçurduğu gökyüzü şimdi boş
yeni bir gökyüzü kurulmuş şimdi öyle diyorlar
"milyon güvercin içinde" eskisi kayıp Ankara
bizi ne zaman seveceksin eskisi gibi bir daha
çocuk Anadolu gibiydin, şarkı gibiydin öyle
ümidimiz gibiydin birlikte hiç büyümemeye
uzun bir iyilik gibiydin, bir 'Anakaraydın hepimize
seni unuta unuta büyümek bile hatırlamak gibiydi
durup durup insanları sanki kendilerinden çok
sevdiğimiz yılları hatırlamak gibiydi, yalnızca
bunu hatırlıyorum senden artık insanları değil
insanları hatırlatacak hiçbir şey kalmadı son zamanlarda

Hem olmasın da artık insanları hatırlatacak hiçbir şey
insanları insanlarla hatırlamadıktan sonra
kasabaları güvercinlerle, trenleri turnalarla
ve anılan şehirlerle hatırlamadıktan sonra
hayvanların suçu yok bunda, şehirlerin suçu yok
evlerin de suçu yok bana kalırsa
galiba her şey yerli yerinde de insanlar ortalık
eskiymiş, bir dostu bulamasak gölgesini arardık
şimdi gölgeler de insanlara benziyor
yarısı karanlık, yarısı kiralık
herkes içinde üç-beş yalnız besliyor
herkesin gözü başkasının yalnızlığında
bir 'çıt' yeterdi oysa bir insanla
bir 'çıt', açılıp kapanmaya
şimdi herkesin ortasında
şimdi bir insanın ortasında
çat çat çat
çarpışan üç-beş yalnız
üç-beş yaralısı var herkesin hayatında
ve yalnızca bir cümlesi:
Biz çok yalnızdık!

Ve galiba yalnızlığın bol gelmesinden
içimizdeki bu kalabalık
öyle korktuk ki yalnızlığımızdan
kimseye bırakmadık !

Bugün bir güvercin gördüm şehirde
bugün bir güvercin şiirden içeri
'Avunulmazı getir'di bana hiç avunması
yoktu gönlümün, ne güvercin ne turna
tenha bir sokak itiydim olsa olsa
tekmelenmiş yaşlı bir kedi biraz da
geçtim insan hastanelerinden geçtim
insan evlerinden kimseye yetişemedim
dilde kardeşlik vardı da bir kanatlık
yer yoktu kimsenin kalbinde konacak
sustum: "Çocuk Anadolu'dan uçtum iyidir
çocukları bizim Anadolu'nun" dedikçe sen,
nasıl ezber eder kardeşliği,diyemedim,
ruhtan sökün etmeyen dil nasıl ?

...
İçinde bile kimsesi yoktu onun
bir kendisi kalmış bir de kimsesi
gibi gelip şiire konan şu gurbet kuşunun
kimsesi sen olursun Erkut diye
ister gama say onu ister şiire
...

9 Ekim 2016 Pazar

jane maryam


Çok hoş sesten şiir olarak dinlemiştim Jane Maryam'i sonra o seslendireni bulamadım çok aramıştım bu hâli de harika

Ezberden hatırladığım sadece ilk dizesi
"kırmızı ve beyaz çiçeğim ne zaman geliyorsun?
..
Ah tatlı meryem
Ah güzel meryem"

25 Eylül 2016 Pazar

23 Eylül 2016 Cuma

hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor/ Edip Cansever


ezginin günlüğü- yetişmiyor sana sesim




vurgunum hasretine




neta elkayam-taali


manastırlı hilmi bey’e birinci mektup 

işte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben 
işte şu begonya, işte yalnızlık 
işte su damlacıkları, alnımda, kollarımda 
işte yok oluşumdan doğan kent 
hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız 
ben dediğim koskocaman bir oyuk 
koltuğun üstünde, aynadaki yansıda 
bir oyuk! sofrada, mutfakta, yatağımda 
yaşamayı tersinden kolluyorum sanki 
yetişip öne geçiyorum sık sık. sözgelimi 
bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim 
iyi 
bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu 
salıyı gösteriyor. 


salondaki büyük saati sattım 
saatin ölçebileceği 
herhangi bir zaman parçası yok 
gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim 
bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama 
ne gereği var ki saatin 
balkona çıkıyorum sürekli 
yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece 
bir semtin ilk rengini alıyorum 
örneğin ümraniye'de bir çay bahçesindeyim 
bazan 
anılardan anılara bir yol 

ve 
anılardan anılara sallanan bahçe 
hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor 
iyi. 
yeniköy'de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah 
bu sabah bu sabah 
oralı olmadı kimse -pazartesi miydi- 
oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde 
nasıl? 
güllerse güller içinde yani 
ve balkon demirinde bir martı. dedim ki 
deniz şuralarda bir yerde olmalı 
çıt yok evin içinde 
deniz şuralarda bir yerde olmalı 
çıt yok 
sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı 
ve göklerden tepelere inen bir sokak 
ya da bir akarsuyum ben 
denizse 
şuralarda.. 
yok önemi bir iki gün kaldı -martı- 
balkonda 
deniz de öldü sonra, martı da 
iyi iyi. 
suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi 
günler -seni anımsadığım zaman- 
birden kurtuluş'tan taksim'e giden bir tramvay görüntüsü 
mavi bir elektirik çakımı tellerde 
sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı'ndayız 
karlar gıcırdıyor ayaklarının altında 
besbelli gümüşsuyu'ndayız, rus lokantasındayız 
-ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz- 
şarap içmişiz, üşüyoruz 
dışarda dünya silinmiş 
ikimiz ikimiz ikimiz 
böyle birkaç defa ikimiz 
sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey 
nasılsa 
sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa 
sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben 
üşümüyorum da 
bende herkes var, diyen bir kızın titrek 
sesleri dökülüyor kucağıma 
dudaklarım kan mavisi bugün. 
biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz 
biz burda kırk yaşındayız hepimiz 
dördümüz bir kişiyiz de ondan 
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan 
onu bekliyoruz bir kişi olmak için 
evet evet, yanılmıyorum ben 
bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim 
doğrusu ya 
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor 
duvardaki vitray, begonya 
begonya, vitray 
kurtuluşla asmalımescit birbirine geçiyor 
bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım 
karanfil kokuyorsa biraz 
yeni koparılmış bir demet karanfilim ben 
saçlarını soğuk ve uzun. 
ne diyordum? yağmurlar, evet 
üşümüyorum ürperiyorum sadece 
biçimini zorlayan bir kedi gibi 
dur biraz 
kapı çalındı, hayır, telefon 
telefon kapı telefon 
ikisi birden mi yoksa 
yoksa 
ne telefon ne kapı 
bir şimşek sesi hiç olmazsa 
o da değil 
ses filan duymadım ki ben 
yuvarlandıkça büyüyen 
bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki 
iki sesi taşıyan bir ses 
neden olmasın 
biraz önceki gibi 
üstümden biri kalkmıştı -yok canını- 
öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi 
yer değiştiren gezgin bir gölge 
bahçedeki ceviz ağacından 
içeri sürüklenen. 

Edip Cansever

8 Eylül 2016 Perşembe

soru








Artık beni parktaki ağaç bile anlamıyor

Siyah kedinizin kuyruğunda sallanan zaman
Bir zamanlar sevinçle giyindiğim
Ak bir güvercin kanadı gibi gururla giyindiğim
Temiz ve mavi giysim değil artık.



Yalnız imkansızlığı mı anlatır bir bulut
Yağmaya hazır bekliyorsa gökyüzünde.

Erdem BAYAZIT

1 Eylül 2016 Perşembe

ve o dahi değildir


Yılmaz Erdoğan - Telli Turnam


Ve gördük ki; 
mekan değildir, 
zamandır önemli olan.
Ve lakin o da değildir, 
eylemdir önemli olan.

Ve o dahi değildir kalp olmadıkça...

| Cahit Zarifoğlu

30 Ağustos 2016 Salı

ah rüveyda bir anlatsam, anlayacağını bilsem bir anlatsam

art by Juliano Lopes



fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından 
çağırdın beni 
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını 
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına 
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı 
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı 
yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana 
koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına 

adını söylemek istemiyorum 
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda 
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım 
zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım 
adını söylemek istemiyorum 
rüveyda dediğim zaman 
anla ki, senin için yürüyor kelimeler 
çığlığımın atardamarlarından 

hangi yıldızdır bilmem, gözlerin 
kayar da üzerime rüveyda 
önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime 
sonra açılır önümde ıstırab vadileri 
silik renkleriyle adımlarıma 
çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir 
hayalin bittiği menfeze doğru 
alaca bir at koşar içimde 
zamansız, mekansız nefese doğru 

uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair 
yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda 
oysa rüveyda 
baştanbaşa ben 
kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim. 

kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden 
bir anlatsam nasıl utandığımı 
bir doğrulsam eğildiğim yerlerden 
ağarır tanyeri nilüferlerin 
alaca bir at koşar içimde 
ezer toynakları ile anılarımı 

sular köpürmemeliydi rüveyda 
kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin 
ben zehire alışkınım, şerbete değil 
rüyalar hefret eder avare duruşumdan 
kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde 
sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber 
ben her gece bir Mehdi türküsüyle çilekeş 
yargılamak için zeval kayıtlarını 
inkılab bekliyorum 

hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin 
uzanır da gönlüme rüveyda 
derinden bir ok saplanır bağrıma 
beynimi çağıran bir sese doğru 
alaca bir at koşar içimde 
zamansız, mekansız nefese doğru 

varlığın cinayettir memleketimde işlenen 
akıtır kanını en asil pehlivanların 
yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi 
varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın 

artık eskisi gibi bakamıyorsun 
göklerinde bir belkıs otururdu rüveyda 
binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin 
güneş bir anne gibi dururdu başucunda 
artık dokunamıyor kakülün bulutlara 
karalara bürünmüş saçlarında dolunay 
ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda 

hangi ressamı vurur bilmem, endamın 
sarar da benliğimi 
ben beni tanımam kaldırımlarda 
kafesleri yutan kafese doğru 
alaca bir at koşar içimde 
zamansız, mekansız nefese doğru 

kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına 
duydun mu orkideye dua eden birini 
bu ısmarlama yüzler yok mu rüveyda 
bu yapmacık bebekler 
gözyaşı akıtırken gülenler yok mu 
beni kahrediyor geceler boyu 

hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün 
soluk bir dünyanın mezarlarına 
gömerek gurbetimi 
kapadı karanlığa Yesrip, kapılarını 
meydan okuyuşun çağın ordularına 
bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır 
doruklardan öte hevese doğru 
alaca bir at koşar içimde 
zamansız, mekansız nefese doğru 

yasını tutuyorum kararttığım düşlerin 
yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda 
amansız bir ütopya üfleyen pencereler 
lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi 
önümde, haksızlığın hesaba çekildiği 
hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer 
arkamda, kare kare ömrümü belirleyen 
hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler 

söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını 
yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere 
kim giydirir başıma tacını nihayetin 
kim takar bileğime hürriyet künyesini 
karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle 

rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı 
ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı 
asırlardır köhne barınaklarda 
küflenen, çürüyen çığlıklarımı 

at vuruldu; içim paramparça rüveyda 
gölgelerin ardına sakladım kusurumu 
sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin 
ben burda damla damla eriyip akıyorum 
yine de, çiğnetemem kimseye gururumu 
istenmediğim yeri sessizce terkederim 
hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu 
mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim

Nurullah Genç

8 Ağustos 2016 Pazartesi

ömür hanımla güz konuşmaları

art by  Shamsia Hassani



...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını 
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var 
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. 
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir 
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce 
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, 
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir 
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür 
hanım? 


Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı 
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek 
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, 
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, 
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir 
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa 
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı 
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların 
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik 
olur tükenmek değil de? 


Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin 
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz 
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından? 


Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır 
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü 
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. 
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın 
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. 
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük 
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın 
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik 
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi 
öğrendik böylece. 

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. 
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. 
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık 
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır 
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut 
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka 
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi 
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? 


Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, 
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni 
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım 
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi 
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice 
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... 


Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının 
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla 
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek 
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin 
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir 
Ömür hanım? 


Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni 
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, 
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım 
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım 
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş 
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem 
hangi gözle? 


Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? 
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden 
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini 
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü 
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi 
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne 
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten 
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor 
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... 



Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun 
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. 
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik 
sesten -hele de güncel ve kof-  her zaman iyidir; düş gücü, 
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o 
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin 
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık 
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, 
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, 
bizi değişmek çirkinleştirir de. 


Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir 
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz 
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı 
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, 
ne yerinde ne yersiz...

 
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı 
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; 
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar 
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir 
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir 
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, 
bu ezbere yaşamla. 


Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar 
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir 
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla 
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, 
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün 
acıların anasıdır, de... 


Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler 
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.

 
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi 
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun 
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi 
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, 
kurşuni-külrengi mi yoksa? 


Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil 
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir 
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim 
değil mi? Kim ne diyebilir ki?


Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. 
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş 
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim 
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir 
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, 
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü 
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

 
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak 
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir 
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, 
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş 
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, 
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?



Ankara, Güz/1983

ŞÜKRÜ ERBAŞ

4 Ağustos 2016 Perşembe

lp


Lost on You




strange

eylül / haydar ergülen



Bunun sonu şiirdir

Kadın gider ve bunun şiir olduğu söylenir
kadın gider ve bir şair doğar bundan
(Ben hangi kadından şair olduğumu bilirim)
"Yazın bittiği her yerde söylenir"se
kadının gittiği de her yerde söylenir
kadın gittiği her yerde şiir diye söylenir:
Kadının gittiği yazın bittiğidir, her yerde
yaz biter kadın giderse, bunun sonu şiirdir,
yazın sonu şiirdir, şiirdir aşkın sonu...
Şehir her semtiyle yazın peşine düşse
yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir,
yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir
eylülün semtine kadar böyle gidilir
bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
eylül yazdan terkedilmişti, şiirse haziranda
kadın tarafından terkedildi o söylenceye:
Bütün oğullar anneyi bir şiire terkeder!
O kadın beni terkederse şair olurum
oğul olduğum kadın sakın beni terketme,
şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider

Bütün kadınlar şiiri bir kadına terkeder!

10 Temmuz 2016 Pazar

6 Temmuz 2016 Çarşamba

Frida!

müthiş heykelini yapmıştı Kazuhiro Tsuji hayran kalmıştık. Dali de çok güzel ^^

6 Mayıs 2016 Cuma

Deli Kızın Türküsü / Gülten Akın

Sezen Aksu'lu

Sabahleyin

Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim
Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde
Eliniz beyazken uzatın isterim
Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim

Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem
Uzanmışım gölgeliğe bir başıma
Şu uzaktan tükenmez yalnızlıktan
İçten içe ürküyorum ama
Böyle de iyiyim

Siz dayanılmaz bir "Günaydın"sınız
Sabah sabah insanı ayağına getiren
Hiç yoktan dünyayı kendini sevdiren
Siz çocuk ağızlı bir "Günaydın"sınız

Çocuk ağzınızla biraz daha durun
Gittiğinizde güz gelmiş olacak

Güz gelirken bir yanı kara sevdalarla
Avcumda bu yavru kuş varken tedirgin
Sizde tutunacak yaslanacak kollar
Biraz daha durun biraz daha
Karayı kaldırın mavi koyun umudumu götürmeyin


Akşamüstü

Yollarda akşam dönüşü yorgun argın
Siz yoksunuz şiir yazan ellerim yok
Yarımla dışa dönmüşüm yarım susken
Çizginin üstindekiler yüz yüze
Koca bir gün ne yapmışım nasıl yaşamışım
Haberim yok

Dokunup çekilen bir şarkı rüzgarla
Vakti yalanlıyor sıcak sıcak
Sinema dönüşü iş dönüşü yahut bahanesiz
Beyazın tam ortasında bekliyorum
Ya gelmezseniz ne olacak

Maviyi kaldırın kara koyun sırasıdır
Bana yeni tutkular gerek bıktım
Bir solukta buz gibi yaşamak isterim
Beni öldürürse bu umut öldürür


Gece Türküsü

Alıp ayaklarımı yollardan şöyle rahat
Tam kendimi bulacakken
Kim getirir sizi başucuma
Kim kaldırır uzun uykunuzdan

Başlar gecenin oyunu delice
Dizlerime yükselir bir deniz
Anıları küçük yıldızlar gibi karanlıkta
Yanıma yöreme indirirsiniz

Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem
Uzak uzak gitmede fayda yok
Şimdii bütün şehirler birbirine benzer
Bir kendi kendime doyasıya
Bu gece sussanız dinlensem
Ne gezer


II

Şimdi insanların yalnız kolları var
Ve ben delice bir şey istiyorum
Şimdi insanların yalnız kolları var
Ve ben başımı koyuyorum

Tuttu bir alacakaranlık bastı
Bütün şehirler birbirine benzedi
Saklı köşem bir daha aldattı ellerimi
Ellerimde iki üç isim kaldı

Adına yakılan mumlar İsa'nın
Yana yana bitti umutsuz
İsa, resimleri kadar güzel değildi
Biri kardeşliiğimi aldı gitti
Şimdi ben delice yaslanmak istiyorum
Şimdi insanların yalnız kolları var


III

Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan

Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü

Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur gecelerin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli

Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan
Gitti giden

(1955)